Pages

  • ANA SAYFA
instagram twitter youtube

şiir şifâdır

    • ANA SAYFA


    Uzun zaman sonra İnci Dakikaları’nın üçüncü bölümüyle karşınızdayız. Yine iki şiirle birlikteyiz.

    İlk şiirin hikâyesini kısaca bahsettim; Abdurrahim Karakoç köyden şehre gelen insanların azarlanıp, hor görüldüğünü görmüştür ve bu ana şahitlik ettiği için böyle bir şiir kaleme almıştır.




    İkinci şiirin konusu ise Kudüs’tür. Bu aralar zalimin zulmü ensemizde olduğu için istek şiirler içinden bu şiiri öne almayı uygun gördüm. Şiir isteğinde bulunan arkadaşlarımızdan bir ricada bulunacağım. Dijital ortamda isteğiniz olan şiirler çok okunduğu için genelde bu tür şiirleri okumayı tekrir olarak görmekteyim. Bence şöyle bir şey yapalım isteklerinizi gözden geçirip aynı şairin hiç duyulmamış bir şiirini seslendirelim.

    ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

    Ve duyuruda bahsettiğim seslendirdiğiniz şiirlere bir an önce başlamalısınız, telefonunuzun ses kaydını açın ve bir şiiri okuyup kaydedip furkanozdemir13@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

    ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

    Yorumlarınızı eksik etmeyin.

    SoundCloud:

    https://goo.gl/ZyXFCS


    İlk şiirin sözleri;

    Gitmişti makama arz-ı hâl için

    'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    Bir azar yedi ki oldu o biçim..

    'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı

    Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...

    Bir baktı konağa alttan yukarı

    'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    Çekti ayakları kahveye vardı

    Açtı tabakasın, sigara sardı

    Daldı.. neden sonra garsonu gördü

    'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    İçmedi, masada unuttu çayı

    Kalktı ki garsona vere parayı

    Uzattı çakmağı ve sigarayı

    'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş

    Sandım can evime döktüler ateş

    Sordum: 'memleketin neresi gardaş? '

    'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden

    Ağzına küfürler doldu zehirden

    Salladı dilini.. vazgeçti birden,

    'Oy' dedi, yutkundu, eğdi başını.

    Vur Emri(sh.190)

    Abdurrahim Karakoç

    Müzik: Mihrali




    İkinci şiirin sözleri;

    I

    Güz suları bizim şehrin önünden akar

    Kış savunması

    Bizim şehir üs öbür şehirlere

    Dakka şimdi bir doğu kamerası

    Ölümü çeken

    *

    Geleceği parmakların bir bir gösterdi

    Yeşil bir harmani dizlerinde

    Çek denizi aradan

    And anıtları koy

    Eski çağ taşlarının üstüne

    Yeni çağ silahları üstüne

    *

    Eylem öğlesi

    Gül kurularını birbirine bağladık

    Ekmeğimize bulaşan çağın hakkını

    Kitabı açarak

    Yonttuk

    *

    Soluğunda gül kokusu

    Okunan ve bitmeyen bir sayfa

    Gibi

    Beni çeker bir girişime

    *

    Daha dinç ötede

    Gerçekte olduğundan daha parlak

    Yeresel

    Otuzüç katlı bir yapı gibi

    Damarlarımızda dolaşan kan gibi

    Hamid çizgisi

    *

    II

    At ipi atladı

    Kitap soluyan atlar

    Çocuk atı çağırdı

    At çocuğu tanıdı

    *

    Denizi çek annemin başörtüsüyle ey sevgili

    At geçer o zaman denizi

    *

    Bilirsiniz ormanlarla sonsuz bir at gelir

    Görmüşsünüzdür çocukların rüyalarında da gelir

    Biner ona

    Sünnetçi

    *

    Cezayir’e atlarla gidilirdi

    Babam atla bağa gelirdi

    Yeni Ali

    Paris’i atla dolaşacak

    *

    İyi binen ata

    Bir solukta geçer Hazer’i

    Yavaş yavaş ingiliz

    Tuzağına düşer at süren yiğitlerin

    *

    III

    Tûr Dağını yaşa

    Ki bilesin nerde Kudüs

    Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum

    *

    Ayarlanmadan Kudüs’e

    Boşuna vakit geçirirsin

    Buz tutar

    Gözün görmez olur

    *

    Gel

    Anne ol

    Çünkü anne

    Bir çocuktan bir Kudüs yapar

    *

    Adam baba olunca

    İçinde bir Kudüs canlanır

    *

    Yürü kardeşim

    Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin

    (Ocak 1972)

    Nuri Pakdil

    Müzik: Sedat Anar
    Devamını Oku








    Mübarek Kur’an’da buyurulur ki;

    Peygamber size ne verdiyse onu alın,

    size ne yasakladıysa ondan da sakının.

    Allah'tan korkun.

    Çünkü Allah'ın azabı çetindir.

    Haşr; 7




    Efendimiz buyurdular ki;

    Amr b. Haris'in şöyle dediği rivayet edilir:

    Resûlullah vefat ettiğinde ne dirhem, dinar, köle cariye ne de başka bir şey bırakmamıştı.

    Ancak üzerine bindiği beyaz katırı, silahı ve Allah yolunda sadaka olarak bıraktığı Hayber'deki bir araziyi bırakmıştı.

    Buhârî, Hadis no: 2739, 2873, 2916, 3098, 4461. Hadisin lafzı




    Ve naçizane sığınarak rahmetine

    Rabbimiz!

    Senin kulun ve peygamberin Muhammed'in Senden istediği şeylerin hayırlılarını biz de Senden istiyoruz.

    Senin kulun ve peygamberin Muhammed'in Sana sığındığı şeylerin şerrinden de Sana sığınıyoruz.

    Rabbimiz emanet olarak sırtlandığımız irademizi

    Peygamberinin emaneti Kur'an ve Sünnet menba'ında sulamayı nasip et...
    Devamını Oku



    "Şiir" diyordu Şiirin Saati'nde John Berger, "kanayan yaraya seslenir."


    Nizâr Kabbânî, çocukluk yıllarında güllerin, yaseminlerin süslediği bahçede resimler yapmaya çalışmış, bir ara müzikle de uğraşmış, ama sonunda şiirde karar kılmıştır.

    Nizâr Kabbânî, şiir yazmaya başladığı andan itibaren kendi dilini bulur ve kendi ifadesiyle, “Onu insanların, tüm insanların pencerelerine konan bir kuş hâline getirir.” Yirmiyi aşkın şiiri, başta Muhammed ‘Abdülvehhâb olmak üzere, çeşitli bestekârlarca bestelenmiş, Ümmü Külsûm’dan Mâcide Rûmî’ye kadar çeşitli şarkıcılar tarafından kırk yıldır söylenegelmiştir.

    Suyun Altından Mektup şiirinin sözleri şöyledir;

    Dostumsan

    Yardım et senden uzaklaşayım

    Yok eğer sevgilimsem

    Yardım et senden şifa bulayım




    Bileydim aşk bu kadar tehlikelidir

    Sevmezdim

    Bileydim deniz derin bu kadar

    Açılmazdım

    Sonumu bileydim

    Hiç başlamazdım




    Özledim seni

    Öğret bana özlem duymamayı

    Öğret bana yüreğimin derinliklerinden

    Nasıl çekip koparırım köklerini sevginin

    Nasıl ölür?

    Öğret bana

    Gözlerimde gözyaşların

    Öğret bana bir kalp nasıl ölür?

    Ve nasıl ihtihar eder arzular




    Ermişsen

    Kurtar beni bu büyüden

    Bu inkardan

    Aşkın sanki reddediştir

    Nolur arındır beni bu inkardan




    Güçlüysen

    Çıkar beni bu ummandan

    Çünkü bilmiyorum ben yüzmeyi

    Mavi dalga gözlerinde

    Çekiyor beni derinliklerine

    Mavi..

    Mavi..

    Yok maviden başka renk

    Ne tecrübem var aşkta

    Ne de bir kayığım

    Değerliysem senin için gerçekten

    Tut elimden

    Aşığım sana baştan ayağa




    Ben suyun altında soluyorum

    Boğuluyorum,

    Boğuluyorum,

    Boğuluyorum...



    Görüntüde oynayan film Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı adlı filmidir. İlk olarak filmin en alışılmışın dışında kalan kısmı Halil’in, Meral’e değil resmine aşık oluşudur. Takdir edersiniz ki bu, dönemin kahreden aşk hikayeleri arasında yadırganacak bir detay. Halil’in “Ben senin resmine aşığım. Benimle resminin arasında girme” tarzı repliklerle Meral’i kendinden uzak tutmaya çalışması sufizm ile okunabilir. “Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resminle ilk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. İnanamadım… İkinci kez zorlukla baktım resmine. Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde. Nihayet değişmezi bulmuştum. Resmin benim içime bakıyordu. Benim kendimi görüyordu… Bana hep dostlukla, iyilikle, sevgiyle baktı.” der Halil, Meral ile ilk tanıştığı zamanlarda.


    *Ve müzik için Sedat Anar'a teşekkür ederim.

    SoundCloud'da mp3 halinde dinleyebilirsiniz https://soundcloud.com/user-327491280
    Devamını Oku
    Srebrenitsa katliamının 22. yıldönümünde katledilen masum insanları rahmetle anıyoruz. 

    Aliya bu kitabını zindanda not almış hatta kibrit kutularına yazar avukatı görüşmeye geldiğinde ona teslim eder o da yazılarını temize çekerdi. İlginç yanı ise kitaptaki bilgilerin düzeni hakkında; numaralar sanki bir şeyi anlatmaya çalışır gibi. Numaralar bazı yerlerde değişmektedir. Kitabı alıp okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Bu vesileyle bu topraklar için ve İslamın adını yaşatmak için şehit olan tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.


    Yönetmen: Murat Demirli
    Devamını Oku
    "Kendini kaybettiğini bir gün bilecektir insan. Kendini kaybettiğinin farkında olduğu gün, kendini aramaya çıkacağı gündür insanın."

    Sezai Karakoç lise yıllarımda tanıdığım ilk yazarlardan biridir. Kitaplarını okurken insanı farklı hûlyalara seyahate çıkardığını fark edeceksiniz. Benim gönül kitaplığımda her zaman eserleri oldu ve her zaman olacak yazardır kendisi. Bilenleriniz zaten benden daha iyi tarif edecektir Karakoç'u, bilmeyenleriniz ise hemen başlasın bir kitabına.
    Üstad, ölümü yok saymakla ya da en ufak bir emaresi ve işareti olmamasına rağmen ölüme çare bulunacağını, artık insanların hiç ölmeyeceğini düşünsek bile bu sefer de birdenbire intihar ve adam öldürmenin salgın halini alacağını belirtiyor. Ölümden boşalanın intiharla doldurulacağını, işte bu yüzden ölümün ödevli ve zamanla ortadan kalkacak bir kategori olmadığını belirtiyor.

    “O, bu dünyada silinmesi mümkün olmayan Mavi Sakalın anahtarındaki kan lekesi gibi, öteden gelen bir izdir. Yoksa, bu dünyaya ait bir pürüz değil. İntiharsa, ‘ölmeden önce ölme’nin arabıdır (negatifidir). Ölmeden önce ölmenin ihtiyacını sezip de, o bu duruma gelip de, inanç, şart ve kültürüne eremeyenlerin sapladıkları kara renktir intihar. Ölüm yenilse ve ötenin inkarı dalbudak salsa, intihar, otağını, insanlığın ortasına gelip kuracaktır. İşte inkarcıların özlediği altın ve ideal gelecek! Henüz bu ‘gelecek’leri gelmemiştir ama kolektif düşünce ve duygu intiharları, komünizm, faşizm vb. herhangi bir ‘izm’ altında sürüp gitmektedir.”

    Üstad, bu ölüm makalesinde ölümü gören bir gözle görmek ve ölümün ötesine bakabilmenin kendi mesleği ve çağırdığı yeni var oluş olduğunu belirterek bizleri sevinçle karşılanan ölümleri, ölümü gören gözlerle görmeyi ve gözümüzün önündeki buğuları silmemiz gerektiğini üstüne basa basa seslendiriyor.




    Yönetmen: Murat Demirli
    Devamını Oku
    Okumadığın gün karanlıktasın der Pakdil. Gözünü yumduğu an Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü gören mübarek bir kişilik aynı zamanda. Sezai Karakoç’la birlikte, benzeri bir duyarlılık ve inadın temsilcisi olarak adı anılacak iki kişiden biri. Yayımlanmış otuzun üstünde kitabı var Pakdil Usta’nın. Fakat ilk kez 1972’de yayımlanan Batı Notları adlı kitabı gerek modern Batı medeniyetine yönelttiği eleştiriler ve gerekse İslam medeniyeti vurguları dolayısıyla çoktan klasikleşmiş bir temel kitap olmuştur. Almanya ve Fransa gibi birkaç Avrupa ülkesinde süre boyunca yazdığı metinlerden ve daha sonra bunlara yapılan eklerden oluşur Batı Notları. Fakat, Pakdil’in, kitabın girişine düştüğü notta da belirtiği gibi, yalnızca izlenimlerini değil Batı’nın ondaki çağrışımlarını da buluruz bu metinlerde.

    Ki, Pakdil’in yazdıklarını benzersiz kılan temel özellik de bu çağrışımlardır. Örneğin, yolculuğun ilk adımı olan uçaktayken Peygamber Efendimiz’in (sav) miracını, bunun başlangıç noktası olan Kudüs’ü anımsaması, düşünmesi, ondaki çağrışım zenginliğinin somut bir göstergesidir. Bundan dolayı, Avrupa şehirlerindeyken bile Ortadoğu’yu ve Afrika’yı düşünür çoğunlukla Pakdil.

    Yönetmen: Murat Demirli
    Devamını Oku
    Şiir, kitap, anı, mektup okumalarımıza devam ediyoruz. Şiir okumalarına biraz ara vermeyi düşünüyorum çünkü ses kayıt alacağım ortamım olmadığı için yetiştiremiyorum. Vakit buldukça arada bir şiir atarız o kadar da mahrum bırakmayacağız sizleri... Yaz sezonunda haftalık bir kitaptan bir kısım okuyup sizlere sunmaya çalışacağız. Umarım beğenirsiniz. Aslında bu çekimi deneme olarak almıştık hoşuma gitmemişti ancak tekrar izleyince bir şeyler çıkartabiliriz diye düşündük son hali böyle olmuş oldu.

    Mustafa Kutlu okumamızın özel bir sebebi yok sadece iş yerimdeki masamın üzerinde durduğu için onu okuyalım dedik. Her hafta kütüphanemden getirdiğim farklı kitapları okumaya çalışacağım.

    Buyrun lafı fazla uzatmadan seyredelim...

    Beyaz...
    Bir karaltı geçti.
    Karamukların, kavaklara sarılmış yaban sarmaşıklarının, uzakta parlayan kuşburnu çiçeklerinin ardından.
    Rüzgâra kapılan yapraklar titremeye başladı.
    İkindi gölgeleri uzadı. Mürdüm eriğinin dalları arasından, dumanlı-mor meyveleri arasından bir top güneş ışığı elimdeki patiskaya düştü.
    Kavakların arkasındaki yoldan bağ evine doğru ilerleyen beyazlığa daldım.
    İğnemi-ipliğimi bir yana bırakmışım. Dizlerimi birleştirip yavaşça karnıma doğru çekmişim.
    Ellerimi dizlerimin üzerine kenetlemişim. Başımı balkon direklerinden birine yaslamışım.
    Kavakların ilerisinde bal armutları, daha ilerde kayısılar.
    Beyazlık gittikçe küçülüyor, kayboluyor.
    Kaybolan noktaya ne kadar bakıyorum.
    Etraf iyice serinliyor.
    Anam bahçedeki ocağı yakıyor.

    Mustafa Kutlu - Bu Böyledir [Hikâye]

    Yönetmen: Murat Demirli
    Devamını Oku
    ❤️ 
    Elimde üç tekerlekli kırmızı bir bisiklet,
    Bir nohut-oda Hacıbayram’da
    Denizsiz bir ada’nın kıyılarında
    Görünmez arkadaşlarım..
    Ne işim vardı bu rüya’da.

    Bir kere, bisiklet yeşil değildi,
    Başkentti, ada değildi.

    Karpuz iyi çıkmadı, beni yordu.
    Alemdağ ormanında kayboldum; 
    Herkes beni arıyordu..
    Akşam oluyordu, korkuyordum.
    Ne işim vardı bu rüya’da.

    Alemdağ ormanı yandı, yok oldu; 
    Benim kayboluşum da öylece kayboldu.

    Bir resimde toplanıldı bilmeden..
    Birer birer dağınıldı bilmeden..
    Beni buldu arayanlar sonunda..
    Ama onlar silindiler resimden..
    Ne işim vardı bu rüya’da.

    Orda orman olsa da gene kaybolsam diyorum.
    Ya da resmi yakıp ben onları bulsam diyorum.

    Şair: Özdemir Asaf
    Yorum: Furkan Özdemir
    Müzik: Evanthia Reboutsika-To Patari
    ❤️
    Devamını Oku
    Eylül Ayında Faruk Yiğit Araz'ın kaleminden hayykitap tarafından çıkacak olan edebiyat konulu kitaptan bir bölüm...

    Yazar: Faruk Yiğit Araz
    Yorum: Furkan Özdemir
    Müzik: Nothing Else Matters - Metallica - William Joseph
    Devamını Oku
    Mutluluk anlık; huzur ise daha uzun sürdürülebilir bir hâl durumu. Daha ilk cümleden tüyo vermiş olmanın endişesiyle devam ediyorum. Huzur en önemli gaye. "Derdiyle de huzurlu olabilir insan." derim, birçok söyleşimde bundan bahsederim. Huzur... Nasılını ve nedenini anlatması zor konulara girmek ilgi alanım oluyor. Fakat bunun izahı hiç de kolay olmuyor.

    Huzurluyum...

    Uzun uğraşlar ve yolculuklar sonucu; huzurluyum. Yolculukta zorluklar vardır. İnsanın kendine olan yolculuğunu sürdürmesi ve kendine ulaşabilmesi, ne kadar zor, bunu neyle kıyaslayım; tarifinde acizim. Kendi yolculuğunda benliğini arayanlar, nasıl kutlu bir gaye çizgisinde yürüyor Allahu Alem.

    Her insan gibi üstesinden gelmesi güç onca şeyler yaşadım, unutamadığım hatıralar var; adına tecrübe dediğim... Ama huzurlu olmaya gayret ediyorum. Öncelikle inanmak gerek. Huzurlu olduğuna inanmazsan "Huzurluyum" demezsen boşa yola çıkma, inanmadığın yolda yürüme. Bu yüzden "huzurluyum" diye başladım huzur yolculuğunda yürümeye ve devam ediyorum.

    Huzurun bilimsel açıklaması; zaman mefhumunun ortadan kaybolması hâli.

    Zeki olmak, işlevsel kafa ve bilgi sahibi olmak... Bunların hiçbiri huzuru yakalamakta kolaylaştırıcı bir gereksinim değil. Hatta bilmenin huzur kaçırdığını iddia eder, tartışabilirim. Bildikçe, erdikçe, anladıkça imtihan daha çetin. Ama zor imtihanların büyük ödülleri vardır. "Bana seni gerek seni" diyenin yolunda 'bizim de gayemiz; Cennet'ten öte, Allah'a ermek olsun' duasıyla devam ediyorum.

    Evet... Saadet dediğimiz bu iyi hâl durumu nasıl yakalanabilir? Biliriz, İslam'ın tanımında yer alır; dünya ahiret saadet için diye tanımlar, inanırız. Ve mensubuyuz. Elhamdulillah müslümanız. Unutmayıp tekrar etmekte fayda var.

    İslam'ın gereğini özü itibarıyla; itikat, ibadet ve güzel ahlak diye ele alıp uygularsak saadete erebilir miyiz? Neden olmasın, taklit değilse? Ama bu iç huzuru yakalamak çok da kolay olmadığı gibi anlatmak da çok zor ve uygulamanın da her insanda ayrı ayrı değişebileceğini düşünüyorum. İzlenimlerim doğrultusunda yazıyorum. Doğru veya yanlış olan nedir; biliyor, izahına girmiyorum. Mesela -bir çıkarımda bulunmak için- yargılamadan örnek veriyorum; inancının sağlam olduğunu düşünüp huzuru bulanlar var. Amel noktasında noksansız bir kul olup bu durumla kurtuluşa erdiğini ve huzura erdiğini düşünenler var. Bir de etik ahlakın tüm gereğini yerine getirip tatmin olan, huzuru yakalayan var. Bu üçlemeyi tüm şartıyla uygulayıp, huzura erenler de var. Ben şimdi şöyle düşünüyorum; demek ki Allah ile irtibat, insandan insana değişiyor. Evet, Allah bize şah damarımızdan daha yakın da biz Allah'a ne kadar yakınız? Kimisi realist, kimisi duygusal, kimisi kuralcı, kimisi relax. Nasıl olur da aynı çerçeveden bakabiliriz? Farklı pencerelerden bakıp da aynı manzarayı nasıl görebiliriz? Nasıl olur da tek bir manzara anlatıp bunun üzerinden çıkarımlar ve öğretiler anlatıp uygulatabiliriz? Neden birçok farklı tarikat, yol, şeyh, usta var? Huzur nerde?

    Anlıyorum ki; ben senin pencerenden bakamadığım gibi sen de benim penceremden bakamazsın. Demek ki; insan kendiyle baş başa kalacak. Yalnız gelen insan, yalnız gidecek; gitmekte olduğu yere. "Akıl etmez misin?" diye sorarken Allah; bir düşünmek gerekiyor. Kendi yolculuğumuzda henüz bir adım atmadık mı kendi başımıza? Bizimle hiç kimse eşlik edemiyor. Edenler de kendi engellerini tahayyül ederek bize bir yol gösteriyor. Bunun adına empati diyorlar ama bizim yerimize kendilerini ne kadar koyabiliyorlar? Onun yoluna taş çıkmış, atlamış geçmiş, bizim yolumuza belki dağ çıktı. O kolayca geçtiğini anlatırken biz buhrana girmez miyiz geçemediğimiz, aşamadığımız dağların önünde? Huzuru onun yakaladığı yerden nasıl tutabilirim?

    Ne yazık ki, bizi kimse anlamıyor. Derdimizi tadamıyor. Daha kötüsü anlatabildiğimiz kadarıyla biliyor. Oysa görünen, görünmeyene kıyasla ufacık şeyler. Daha anlatamadığımız neler var... Nasıl anlatalım? İzahı yok ki acının. Anlatabildiğimiz kadarıyla bile daha fazla kaldıramıyor zaten. "Boşver, geçer, geçecek" diyor. Şimdi nasıl olur da derman olur derdime?

    Derman dertte ise, dert de bende ise, ben neden kendimde değilim?
    Devamını Oku
    Cahit Zarifoğlu'nun aziz hatırasını yad-ı cemil ve rahmetle anıyoruz.
    7 Haziran 1987

    En sevdiğim şair-yazar Cahit Zarifoğlu'nun bu güzel şiirini sizlere takdim ediyorum.

    Ellerimin önündeki dallar da
    Sarıldı yaprağa
    Göremiyorum karşı yamacı 
    Erken mi yoldayım
    Ben mi geciktim

    Önümüzde bir çınar yükseliyor
    Her gece atlılar geliyor ona
    Destan söyleşip gidiyorlar
    Esmerlikleri
    Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha

    Dostum üşüyorum dedin 
    Üşüme
    Korkuyorum -Korkma
    Kaçıyorum -Kaçma
    Ürperiyorum düşünceden -ürper

    Sabah trafik
    Çınara kim bakar 
    Kim geçer dallarından
    Bahar mı geliyor 
    Komşunun balkonunda
    Çamaşırlar renk rengarenk

    Kızlar göğüslerini
    Baharın ağacına 
    İlk açan çiçeğine
    Dayadılar

    Arılarla erkekler boğuşuyor
    Arılarla uçan bütün çiçeklerle
    Ayaklarında taşınan tozlarla
    Akıyorlar alıp götürülürken
    Yaprak evlerin içindeki dişiliklere

    Dostum geç kaldın
    Güneş ne gün doğacaksa
    Söylediler duymadın geç kaldın
    Otur ağla sonra soframda doy
    Ekmek tut zeytin tat
    Açlığını eğlerken sen
    Bak nasıl ayçağın erleri
    Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
    Karanlığı karaladılar yolları tuttular
    At tepmedeler

    Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip
    Kelime ettiler söz bilediler
    Zorun yamanı kolayladılar

    Sahip olun taşa demire 
    Aleve
    Küle bile

    Cahit Zarifoğlu

    Yorum: Furkan Özdemir
    Müzik: Yann Tiersen - Comptine d`un Autre Ete (Cover)
    Devamını Oku
    "Nevbahar oldı gelin azm-i gülistan edelim 
    Açalım gonca-i kalbi gül-i handan edelim"

    Bâki'nin yukarıdaki dizeleri gibi içimizin hep bahar köşesini gülistana çevirmek lazım. Miadımız dolmadan miladım olarak başlatılan İnci Dakikaları müsait vakitler belirlenip yayınlanacaktır. O kadar çok şiir isteğimiz oldu ki sadece şiir seslendirmekle uğraşmayıp burada yayınlanana kadar bütün her şeyini halletmeye çalışıyorum :) İyi dinlemeler umarım gönlünüzün bir köşesine dokunabiliriz.

    İlk şiirin sözleri;

    Çölde Gizli Bezginler

    Bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yağmur sıcağı gibi
    öptüm sonsuz gidişinden. Saçlarının seyriyle seni

    yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran
    akrepleridir duygunun. Karanlık ordulara güneşsiz sokulan

    bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek
    şakakların sıcağında kuytu bir büzülüp ölecek

    sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında
    bahar şenlikleriyle. Sürdüren ellerini yangın borularında

    şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından
    burda biter düğün. Gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından

    gemilerimiz saklanır. Ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların
    saplandık tadına. Durduk alnında yüreğe vuruşların

    yollar sellere gider. Açılır parklar artık kuşlar dağılır
    bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağırmak hiç keseye mi kalır

    çizildi yalnızlar. Senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde
    geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. Kürek sesleriyle

    koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından
    sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından

    oturur iki bakış ormanından gerilip bir masaya kollar
    uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular

    bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından
    su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan

    biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık
    sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık

    sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle. Yalnızlıkla ben kaldım
    sevindiniz işte alın koşturun. Aha size son atım…

    Cahit Zarifoğlu


    İkinci şiirin sözleri;

    BİR

    - Katışıksız bir dilek dile

    Kestirmeden sonsuzluk diliyorum. Oluyor. Ama
    Saatlerdir insanım, akşamsa üç gün sonra
    Acılarımı bilgilerimle yüzleştiriyorum
    Çocukları ihtiyarlarla yüzleştiriyorum
    Yüzümü gökyüzüyle
    Çıkarken yokuşunu varoluş çizgisinin
    Zaman tamircilerine uğruyorum

    Herkes aynalarından bir sonsuzluk öğrenir
    Nazlanarak geçerken yaşam öğleleri
    Bazı sevinçlerin tıpkısıysa bazı acılar
    Ödüller almışımdır gece bekçilerinden
    Yara biriktirerek sağlıklara ermişsem
    Zencileri tek seven güneş benim demektir

    İKİ

    - Ne istiyorsun insan

    Bana bir fırtına ver ey bezirgân
    Sonra hemen gitmeliyim
    Yarım sessizliğimi eksiksiz ezberlemeliyim

    Bezirgân günlüğünü yazarken sokaklarda
    Sıradan çılgınlıklarla dans eder ahalisi
    Eşekleri, cesetleri, gözlükleriyle çoğun
    Yeni öcüler getirir çocuk akıllarına
    Çoğu da gökyüzüyle bir şemsiye değişir
    Beyaz üzerine şişman davranan
    Ey bezirgân
    Savaşçıysak,
    Gerçi silahlarımız paslı, atalarımız ölmüştür
    Balıksak,
    Denizimiz sökülmüştür
    Söküklerden yeryüzü dolarken ağzımıza
    İnsansak,
    Çok uzağız eski iyi dostlarımıza

    ÜÇ

    Ey bezirgân
    Yarın pazar ertesi
    Ve sokaklarda dans etmek yasak
    Ölüm törenleri de, topluca hüzünlenmek
    Yarın bir deli meydanda fıkralar anlatacak
    Herkes
    Yanındakine baka baka soyunacak
    Soyuna soyuna yitip gidecek

    BİR

    - Katışıksız bir dilek dile

    Kıyamet.

    Osman Konuk
    Devamını Oku
    Gözleriniz madam!
    Gözlerinize bakıyorum da;
    Sanki bir yangın yeri!
    Yüzünüz talan edilmiş bir imparatorluktan kalmış gibi!..
    Bir şair oturmuş o iki kaşın arasına,
    Tüten dumana ve akan kana bakmaksızın!
    Aldırmaksızın (patlayan) bombalara, şiir söylüyor gibi…

    Aslında aşktır en çetin meydan muharebesi.
    Siz koşuştururken lise bahçelerinde,
    Dilinizde Goethe’den yarım yamalak ezberlenmiş iki dize,
    Ve deri ceketinize yaslanmış yürürken yağmurda,
    Bir şairdim ben; kalbini büyüten dumanlı odalarda!..
    Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam, yalan yok!
    Yalan asla olmayacak; çünkü ‘aşk’ üstümüze serpiştirip kaçan o yağmur,
    Bir gün sizi de ıslatacak!..
    Bir gün siz de hüzünle bakacaksınız kalbimin içine,
    Orada yenilenmiş (yenilmiş) bir şarklıyı göreceksiniz!..
    Biz şarklılar, yani Allah’a inananlar, oruç tutanlar,
    Ve asla konuşamayacakları kızlara aşklananlar;
    Hep yenildik!
    Farklı mağlubiyetlerden kurtuldu (kuruldu) tarihimiz!..
    -Diyorum ki…
    Vaktin varsa bu akşam…
    Bizim yüzümüz kızarır madam,
    Söylemeyiz!
    Biz uzaktan sevmelerde birinciyiz.
    Genç kızlara başımızı çevirip bir bakmayız,
    Bir bakarsak, usulca elimizden kayarak; parçalanır kristal gençliğimiz!..
    Biz kristal gençleriz madam,
    Kolayca tuz buz oluruz!
    -‘Eve gitsem daha iyi’…
    -İyi de benim o darmadağın halimi bırakıp nereye…
    Her gece saatlerce alıştırma yapıp da,
    Bir tek veda (sevda) sözü fısıldayamamanın sıkıntısını…
    Aşksızlıktan solan bu cismi terk edip nereye gidiyorsun(uz) madam?
    Merdivenlerde peşinizden koşup da,
    İsminizi haykıramamayı…
    Size bakarken; derin bir acıyla kıvrandığımı fark etmeden, nereye ha?
    Sophie, Rosemary, Ayşegül. Onun için üç isim seçmişti.
    Yukarıdaki satırlara baktı,
    Ve “-Ben bunun âlâsını lise yıllarında yazdıydım” diyerek iç geçirdi.
    Fakat nâlet olası o duygu yakasına yapıştığına göre,
    Bir kez daha aynı sözcükleri kullanarak;
    Bir öykü yazmalıydı!
    Onun için üç isim seçmişti,
    Kendisi için üç ölüm!..
    Bir gün yağmur yağsa,
    Sırılsıklam o yağmurda ıslanacak,
    Ve elinde sımsıkı tutuğu bir karanfille,
    Gözyaşları saçlarından sızan yağmura karışacak (karışarak),
    Onun kapısı önünde duracaktı…
    Onun kapısı önünde duracak,
    Ve asla (zili) çalmayacaktı!
    O kapının önünde saatlerce ağlayacaktı.
    O sırada fonda ‘’In your green eyes‘’ çalacaktı!..
    -Sophie! Sophie!
    Heyhat, Sophie gidiyordu!..
    Mağrur bir prenses gibi şairin kalbinden sürgün edilmişti.
    Sanki hilafet ilga ediliyordu!
    Saltanat sefalete mahkum edilmişti!..
    Tarih yeniden yazılıyordu…
    -Sen benim sürgünümsün Sophie!
    Benim ülkem dağlık ve karanlıktır.
    Dağların arasından bana bir yol vardır!..
    O yolu yürümek zordur!
    Sanki bir nüfus sayımı günü!..
    Sokaklar boşalmıştı (boşaltılmış).
    Pardesülü bir adam, sırtını asırlık ağaca vermiş,
    Geniş bir alanın kenarında mızıka üflüyor.
    Zaman zaman gözlerini uzak bir noktaya sabitleştirerek;
    Kendisine bir soru soruyor.
    Doğru cevabı bulmak için uzun uzun düşünüyor,
    Ve gözleri ışıldayarak cevabını mırıldanıyor;
    Bir gün o da gözlerindeki bu ışıltıyı fark eder
    Ve elini kalbine değdirdiğinde içinde deveran eden;
    O yoksulun aşkını tanımlar,
    O şarklıyı keşfederse, yazacağı ilk şiire adını verecek:
    ‘Sonsuza dek, Sophie’…
    Kemal Sayar

    Yorum: Furkan Özdemir
    Müzik: Ahmad Pejnan

    Seni tanıdığım şiirlerden bir tanesini daha yayınlamış bulunuyorum. Kimbilir duyduğunda neler hissedersin? Her ne kadar uzak olsak da yanındaymışım gibi hisset olur mu? Mesafelerin sayısal değeri benim tablomda hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü seninle yollarda bu şiiri dinleyerek gideceğimiz günlerin gelmesine kurdum kendimi.
    Devamını Oku
    Newer
    Stories
    Older
    Stories

    Hakkımda

    Furkan Özdemir

    Bir Abdullah olarak bu dünya için iddiası olmayan, şiir ile şifâ vermeye çalışan bir insan.

    Bizi takip edin

    • youtube
    • twitter
    • instagram

    Etiketler

    18mart abdurrahimkarakoç ahmettelli alilidar annem aslindasenicoközledim asyaicinhenuzvakitvar aşkrisalesi azerbaycan birazdakitaplarseniokusun bulmakşiiri cahitzarifoğlu cahitzarifoğluşiirleri cemalsüreya çanakkale çanakkalezaferi çocuklaraders dilburansiiri dinleyinçocuklar durmuşkavcar edebisözler erdembeyazıt Evrensel Mutluluk Mücadelesi furkanozdemir furkanözdemir halepölüyor hareketli instagram hikayeleri hisseyab hocalikatliami holofira huzur hüznünkuşları hzali hzaliyemektup ibrahimtenekeci ibrahimtenekecidilburan ikimehtaparasında incidakikaları instagram hikayeleri ismetözel kemalsayar kemalsayarsiirleri kitapsözleri kuşkoysunlaryoluna masal masalsiiri mehlikasultan mehmetakifersoy mehmetakifersoyhatıraları meneksebekleyisleri monarozasiiri naat nazimhikmet necipfazılkısakürek nilgünmarmara ölümrisalesi sabahşiiri serçekuş sezaikarakoc sezaikarakocmasal sezaikarakoç siir siirler siirsokakta sitareşiiri sohrapsepehri story storyindir süleymançobanoğlu şiirdinle şiirler tarıktufan tariktufan tekfurunkızı tekkarebirfilm tubakucuk uçuşkorkusu uluorta unutamadığım vera yahyakemalbeyatlı zaman ziyagökalp zülfikar

    İlgili gönderiler

    Blog Arşivi

    • Aralık (1)
    • Ekim (1)
    • Eylül (2)
    • Ağustos (2)
    • Nisan (2)
    • Mart (1)
    • Şubat (6)
    • Ocak (1)
    • Aralık (1)
    • Kasım (10)
    • Eylül (31)
    • Kasım (4)
    • Ekim (3)
    • Eylül (2)
    • Temmuz (18)
    • Nisan (5)
    • Mart (7)
    • Şubat (12)
    • Ocak (7)
    • Aralık (9)
    • Temmuz (1)

    En popüler

    • Mahmud Derviş - Defolun Gidin
    • Nazım Hikmet Ran - Nikbinlik #tbt

    Created with by BeautyTemplates

    Back to top